Tag Archives: dost

Yün hasır, Antalya güneşi ve Alakır

Standard

09 Ocak 2014

İstanbul’dayım. Antalya’dan annem ve anneannem ile aynı uçakta geldik. Bir birinin omzunda uyudum, bir diğerinin. Çok uykum vardı, sohbet etmek istediysem de.

İstanbul puslu ve gri. İki gündür ben de biraz öyleyim.

Bu ayrılık halleri yaramıyor.

Annem ve anneannem Azerbaycan’a gidiyorlar, Bakü’ye Afsana’nın düğününe. Onları uğurluyor gibi hissetmek istedim, hani sürekli giden olmak zor ya.

Dün de kızkardeşim artık sıkıldığını söylüyordu, hep kalan olmanın da zor olduğunu, artık uzaklarda olmak, yaşamak istediğini. Onu bundan beş sene önce daha iyi anlardım aslında. Ben de tam olarak onun gibi hissediyordum. Ama şimdi bu gidişler koyuyor. Bir yerden sonra döner insan gibi geliyor.

Hafif güneş açtı, İstanbul’a 10 km falan kaldı. Her taraf TOKİ, her taraf inşaat, tek tük ağaçlar kalmış sağlı sollu (unutmuşlar galiba onları da).

Antalya çok güzel, dolu dolu geçti. İki hafta oradaydım. Esra geldi Ankara’dan. Onunla Kaleiçi’nde tekne turu yaptık, sonra gezindik. Maaile zaman geçirdik yeni yılda, gırgırlı, şamatalı, müzikli, yemekli bir geceydi. Konu komşu, eş dost bizim evdeydi.

Kaleiçi arkamızda. Esra ile.

Kaleiçi arkamızda. Esra ile.

SONY DSC

Canım güzelim Toroslar ve Akdeniz.

Antalya’yı seviyorum ben.

Ertesi gün yine Esra ile buluştum, akşamüstü, Ferdi de oradaydı, turnalar ve biyokültür üzerine çalışan bir kuşbilimci. O gün aslında Alakır’a gidecektik ama alkol sonrası kimse erken uyanamadığı için kaldı. O akşam biyokültürden, etnik çeşitliliklerden, azınlıkların psikolojisinden turnalara kadar bir güzel muhabbet döndü ki! Tabi ben yine Singapur’u anlattım.

Bunları yazdığım defteri ve bir diğer balıklı defteri de canım mektup arkadaşım Fulya hediye etti, Gökhan ile beraber. Özleyecek ne çok insan var. Ben de hemen yazmaya başladım.

Şimdi Kadıköy’e gidiyorum. Oradan Göztepe ve Begüm’lerin evi.

Alakır’ı anlatasım var. İki gün önce oradaydık, Ferdi ile gittik bizim arabayı alıp. Ben yolluk hazırladım, yufka ekmek içinde peynir, zeytin, domates, yanına da Niğde gazozu. On numaraydı o yolculuk, sağlı sollu kızılçam ve sedir ağaçları bize eşlik ederken. Söğütcuması üzerinden Kuzca sapağına vardık, oradan da iki sağ ve bir sol yapıp Tuğba ve Birhan’ın kerpiçten evlerine vardık.

Alakır yolunda.

Alakır yolunda.

Bizi bekliyorlardı zaten. -Bir defter, kalem tutan çocuk görüntüsü beni mutlu ediyor, otobüste karşımdaki çocuk bir şeyler yazıp çiziyor da.

SONY DSC

Tuğba ve Birhan’ın kerpiçten evleri.

Soldan sağa: Ben, Tuğba, Birhan, Ferdi ve kedi.

Soldan sağa: Ben, Tuğba, Birhan, Ferdi ve kedi.

Bütün gün dışarda, güneşin altında, yün hasır ve kilimlerin üzerinde oturduk Alakır’da. Bir yandan kuş sesleri, Ferdi’nin ayağına sokulan kediler, uzaklardan gelen derenin sesi ve bolca kepçe, vadiye indikçe bir balığın daha ölümüne sebep olacak olan.

Yol

Standard

Yola düşerim.

Kimi zaman yeni yoldaşlar, insanlar tanımak için, kimi zamansa yerleşiklikten fazlasıyla sıkılan biri olarak alabildiğine gitmek için. Aslında ‘yol’ kaçmak değildir, durmaktan sıkılmaktır. Ya da farklı yerlerde durmayı istemektir. Ya da farklı yerlerde farklı zamanlarda anı durdurmak istemektir. Mesela Norveç’te fiyortların manzarasına bakmak ya da Stockholm’de boatstop yapıp oranın nevi şahsına münhasır insanlarıyla laklak yapmak ya da Türkiye’min Karadeniz’inin çoğu petrol istasyonunu tanımaktır.

Haddi hesabı olmadan içerken çayları, insanların hayat hikayelerine de karışmaktır usul usul. Kızı nerede okuyormuş, mesleği de nasılmış, yola neden mi çıkmış??

Bir kahkaha patlatmak nereden nasıl geldiğini anlamadan, pek de sorgulamadan. Çelişkidir yol, hele ki sen yolda ilerledikçe gerileyen insanları, yerinde sayanları gördükçe. Oturmak çoğuna kolay gelir hep, güvenli limanları terk etmemek, hem o kadar çoktur ki aman başına bi şi gelirciler, neme lazımcılar, iyisi mi sıcak evimde kalayım benciler, kim uğraşacak şimdiciler.

Oysa yola düşmek öyle çok hazırlığı da gerektirmez aslında, hatta plansız olanı bazen daha güzeldir. Yol hazırlığı zaten maddeyle başlamaz, sırt çantana ne koyacağını kafanda planlamak da değildir ki bazen.

Yolu hayal etmektir aslında yolun başlangıcı, Orta Asya’da bisikletinle gidiş hayalinin uykularını kaçırmasıdır.

Ne zaman olacağını, yapacağını tam bilmezken aslında bir yandan yavaş yavaş o yolculuğa kendini hazırlamaktır.

Yolu düşünenler hep bulur birbirini, Begüm, Duygu, Betül, Selcen gibi dostlarla birbirimizi baştan beridir anlamamız da bundandır belki. Yola düşmedikçe büyümez ki insan, emniyetli bölgeleri bırakmadıkça, kendini soğuk sulara atmadıkça.. Hem heyecandır ki yol, belki bir gölde ilk kez çıplak yüzerken, ya da Malaga’da churros’u ilk kez denerken, ya da o tren senin bu otobüs benim Andalucia’yı keşfedeyim derken, yahut dünyanın en metropolitan şehirlerinin tehlikeli tren istasyonlarından birinde bavulunu yastık yapmış, bilgisayarına sarılmış uyurken ve sabaha seni şehrin keşmekeşi ile işine gücüne yetişmeye çalışan, koşuşan insanlar uyandırırken veya tanımadığın insanlarla sarhoş olup onlara tanıdıklarından bir şeyler anlatır bulurken kendini. Bilmediğin dillerde kendini ifade etmeyi öğrenirken ve belki sağır ve dilsizlere kendini yakın hissetmeye başlarken, ne kadar çok yol olduğunu şaşırarak farkederken iletişmenin heyecanlanıverirsin. Aynı çadırda ilk kalışının verdiği heyecan gibi, İTÜDAK ile gittiğiniz kamplarda aynı dilden konuştuğun insanların ne çok olduğunu anladığında şaşırman gibi.

Bu yüzden güzeldir gitmek.

Bazen kafa patlatırken bulursun kendini, benim ülkemde ne eksik, neden bisiklet yolumuz yok, yeşil kalmak bu kadar mı güç, ya da sınırlar niye var, ya da milliyet kavramı ne için??.. Kimine kendince kılıflar yakıştırırken, kiminin cevabı hep eksik kalır.

Başka yollar bu yüzden güzeldir.

Cevabını bulamadığın sorulara belki yenilerini eklemek, belki de seni anlık tatmin edecek; fakat bir süre sonra zihnini yine kurcalayacak kıpır kıpır fikirlerle merhabalaşmak için.

Yeni bir çiçekle tanışmak, ya da hep uzaktan gördüğün dağlara yaklaşmak, çimenlerde yuvarlanırken cebinden bir şeyler düşse de olsun, o çimenlerin kokusunu alabildiğine içine çekmek varken, unutulanların pek de önemi yoktur aslında. Arkadaşlarının pişirdiği envai çeşit baharatlı yemeği yersin ve Alpler’de Heidi’nin hep anlatmış olduğu temiz havayı içine çekip uykuya dalarsın, belki hayalinde Peter’in keçileri seni kovalarken. Heidi’nin evini ararsın, bulamazsan da çocukluğunun en güzel hikayesine bir selam edersin, seni yollara düşürmeye bir ihtimal bir sebep olmuş olan. Aslında sebep de yoktur çoğu zaman. Bir dürtüdür, bir tutkunluktur, özgürlüktür, ya da neden yaşadığımızı farketmiş olmanın ya da farketme çabasının verdiği dizginlenemez mutluluktandır yola düşme hali. Bisiklet, araba, uçak, caaanım ayaklar, ne götürüyorsa götürsün, aslında senin gitmek için ihtiyacın olan tek şey yüreğine düşen hayalidir yolun. Bundan ileri gelir Mark Twain’in sözünü çok seviyor olmam:  Bundan 20 yıl sonra yapmadığın şeyler seni yaptıklarına nazaran daha çok üzecek. O yüzden çöz halatları. Güvenli limanlardan uzaklara yelken aç. Rüzgarları yakala. Araştır. Hayal et. Keşfet!

Yola düşmelere dostlar, keşfImageetmelere..